Dört şey

1- Taş atılıp elden çıktıktan sonra,
2- Söz ağızdan çıktıktan sonra,
3- Fırsat elden kaçtıktan sonra,
4- Bir işin zamanı geçtikten sonra,

Yukarıda ki dört şeyi yapmadan önce iyi düşününüz. Sonra pişmanlık fayda vermez ve zararlarının telafileri asla mümkün olamaz. Düzeltilemez, neticeleri değiştirilemez.

Tu ti

Temel bir arkadaşı ile İngiltere de lüks bir otele yerleşmiş. İş icabı 3-4 gün kalacakmış.
Bir akşam üzeri oda servisini aramış ve “Tu ti tu tu tu” demiş.

Hiç bir şey anlamayan ve telaşa kapılan oda servisi çözüm bulamayınca Türk Elçiliğini aramışlar ve ‘tu ti tu tu tu’ yu sormuşlar.

Türk Elçiliği şifreyi çözmüş ve Temel ‘in isteği yerine getirilmiş.

Aslında çok basit, ben her zaman söylerim İngilizlerin kafası çalışmıyor.
Tu ti tu tu tu = (2 çay 222 numaralı odaya)

Görmüyor

Her aklıma gelince, sel olur akar yaşlarım,
Çaresiz kaldım, ne etsem dinmek bilmiyor.
Ben kendimi sana adadım, yolunda başım,
Seni görmezsem, işlerim düzgün gitmiyor.

İstemem ben yalan dünyayı, sensiz olursa,
Kimse mutlu yaşayamaz ki, yarsız kalırsa,
Felek bir gün bizim de, yüzümüze gülerse,
Benim ellerimden, başka bir şey gelmiyor.

Seni çok fazla sevmek, benim de hakkım,
Biran döndüm eskiyi, hatırlamağa baktım,
Ben ki senden sebep, tanrımıza yalvardım,
Şimdi senden başkasını, gözüm dörmüyor.
                                        Recep Ali Öztürk

Ses etmeyi

Temel ambulans şoförü olmuş. Bir gün facia şeklinde bir kaza yerine gitmişler. 5-6 ölü ve çok sayıda yaralı var. Yüreği dayanmaz yaralılara yardım etmek ister.

Bazı yaralılara moral verir. İki bacağı kopmuş bir yaralı hasta da avazı çıktığı kadar ‘oy oy’ diye bağırıyor. Temel hemen yanına gider ve adama “Ula uşağum iki kacağun koptı deyi oyle bağırılur mı? Ha onlara baksana, adamlar ölmiş, hala seslerini çıkarmayıler da.” diyor.

Meslek sırrı

Hırsızın biri dükkanı soyarken suç üstü yakalanır. Polis evraklarını tekamül ettirip mahkemeye çıkarır.
Hakim ifade alacak ya hırsıza sorar:
“Söyle bakıyım, o yakalandığın dükkana nasıl girdin?”
Hırsız da biraz durakladıktan sonra hakime;
Hoop.. Hop Hakim bey biz buraya yargılanmağa mı, yoksa meslek sırrımızı vermeğe mi geldik? Sen nasıl girdiğimi ne yapacaan? Ver cezamızı gidelim” der.

İyi ki konuşmamış

Adamın biri alel acele camiye gitmiş ki namaza başlamışlar.
Namaz kılan bir adama sormuş;
 “Farzı mı kılıyorsunuz yoksa sünneti”
Adam ona cevap vermemiş ve yüksek sesle ayetleri okumağa başlamış.
Bu tekrar sormuş.
Yanında namaz kılan şahıs;
“Ya biz konuşursak namazımız bozulur, bize sorma.” demiş.
Hemen yanlarında ki adam;
“Sen konuştun işte senin namazın bozuldu” derken, ö bürü de sende konuştun kardeşim senin de bozuldu.
 En nihayet imamın yanında ki adam da olduğu yerden  seslenmiş;
“Hepinizin namazı bozuldu kardeşim, iyi ki ben yanınızda değilim.” demiş.

Deli miyim

Delinin biri hastane bahçesinde el arabasını tersinden tutmuş sürüyormuş.
Doktor yanına yaklaşarak;
“Evladım, niçin tersine tutuyorsun? düz tutup sürsene” demiş.
Deli;
“Ondan sonra her şeyi bana taşıtın değil mi? Ben deli miyim?” demiş.

Ayakta uyuttu

1986 yılı yer Ankara. Eskiden eski otobüs terminali içinde Asayiş Şubesine bağlı Yankesicilik ve Dolandırıcılık Bürosuna ait bir yer vardı. Burada iki üç sivil polis memurları devamlı bulunur, bir cepçilik veya hırsızlık olayları olursa acil müdahale ederlerdi. Yakaladıkları suçluları Bürolarından ekip ister ve Emniyet Müdürlüğü kendi Kısımları olan Yandol Bürosuna intikal ettirirler, burada işlemleri yapıldıktan sonra C. Savcılığına intikal ettirilirdi.

Daha ziyade şehirler arası otobüslerde vatandaşlar yolculuk yaparlarken dolandırıcılar tarafından ilaçla uyutulup veya kandırılarak bir şeyler satıp paralarını almak için, hatta gasp gibi suçlar bile işlenirdi. Bu tür suçlar çoğaldıkça, önlemek için bu tedbir alınmış, polisler orada bir büro da beklerler her zamanda terminal içinde dolaşarak görev yaparlardı. Gittikçe dolandırıcılar da işi büyütmüşler, kimsenin aklına gelmeyecek şekilde yöntemler uyguluyor, cam içecek şişelerini arkadan ince matkapla delip içine enjektör ile ilaç koyarak, açılan deliği mum ile kapattıktan sonra yanlarına alıp yolculara vererek uyuttukları bile olurdu. Yine ambalaj içerisinde ki kek, bisküvi gibi yiyeceklere enjektör ile ilaç vererek yine yolcuları uyuturlardı. Bu gibi hırsızlıkların cezası ağır olmalarına rağmen hırsızlar denemekten çekinmezlerdi.

Böyle bir olayın sabıkalı sanığı şehirler arası otobüsten inerken Terminal polisi tarafından tanınmış ve üzerinde ilaçlı bisküvilerle, hatta bir yolcudan çarptığı paralarla birlikte yakalanmış. Suçlu ilaçlı bisküvi ile birisini uyutmuş, cebinde ki paraların hepsini almış, soyulan adamın hiç bir şeyden haberi olmadığı için o hala daha şikayetçi olmamış otobüste uyuyormuş. Bu suçluyu yakalayan polisler, ekip çağırıp ekipte ki Bir komiser yardımcısı ve iki polis memuruna, uçluyu ve suçta kullandığı ilaçlı bisküvileri teslim etmişler. Soyulan adam daha bilinmiyor. O daha sonradan başka bir otobüs için bilet alırken cebinde ki paraları bulamıyor ve işi anlayıp şikayete gidiyor. Suçluyu teslim alan Ekip Emniyet Müdürlüğüne gelirken yolda suçluya bir şeyler sormuşlar.
“Bu bisküvileri nasıl ilaçladınız?” Filan gibi sorular sormuşlar.
Suçlu da; “İlaç filan yok ağabey. Hiç açılmamış ambalaj içine nasıl ilaç koyarım. Günahımı alıyorlar. Siz inanmayın.” demiş ve polisleri de kandırmış, onlarda suçluya inanmışlar. Ekipte ki polislerin üçü de bu bisküvilerden yemişler. Eski Terminalden Emniyet Müdürlüğüne gelene kadar o arada otoyu kullanan polis memuru arabayı yolun sağına kadar ancak getirebilmiş ve o bisküviden yiyen polislerin üçü de orada uykuya dalmışlar. Suçlu da arabadan atladığı gibi kaçmış gitmiş.

Bu hırsızı yakalamak için Asayişe bağlı bütün polis ekipleri Altındağ’a, hırsızın mahallesine sevk edildiler. Bir ay kadar sonra hırsız yakalandı. Yakalandığı zaman yine üzerinde kese kağıdı içinde ilaçlı kabuklu fındıklar vardı.

Karıştırmamış

İki deli tımarhaneden kaçarlar.
Bir göl kıyısında giderlerken bir tanesi cebinden üç adet kesme şeker çıkararak göle atar.
Sonra iki eli ile sudan alarak içer ve arkadaşına döner;
“Yahu, üç tane şeker attım, hiç tat vermedi.” der.
Arkadaşı da;
“Tabii ki tat vermez oğlum, sen karıştırmadın ki” der.

Eşyaları sattı

Ankara Hırsızlık Bürosu 1989 yılı yaz ayları. Çankaya Köroğlu Caddesinde oturan yeni evli bir çift evlerinin gündüz soyulduğunu iddia ederek şikayette bulundu. Fakat anlattıkları olay alışılan hırsızlık şekillerine pek benzemiyordu.

İncelemek için evlerine gittiğimizde gözlerimize inanamadık. Ev tamamen dört duvardan kalmış, ne varsa bütün ev eşyalarını götürmüşlerdi.

Hiç bir kapıda zorlama veya kırık yoktu. Karı koca çalışan yeni evliler ağlıyorlardı. Hile filan yok gerçekten hırsızlık olmuştu. İşe İtfaiye Meydanından başladık. İtfaiye esnafı telefonla ilan vererek kullanılmış eşya alırlar. Hiç biri aldık demedi. Ev sahibinin yanına bir polis vererek itfaiye dükkanlarını bir bir kontrol ederken mal sahibi bir dükkanda sehpasını ve halısını tanıdı. Gıcık Memduh takma adı ile tanınan bu dükkan sahibi Köroğlu Caddesinde bir evden satın aldığını söyledi.

Kısacası olay şöyle gelişmiş. Önce hırsız bir çilingir getirerek anahtar yaptırır. Sonra gazete ilanlarından alıcı bulur ve eve çağırır. Komiser olduğunu, şarka tayın olduğunu, onun için sattığını söyler ve bir ev eşyasını ölü fiyata sattıktan sonra kayıplara karışır.

Satın alan adam iki hamal ve bir kamyon ile gelerek eşyaları yükleyip itfaiye meydanına dükkanına getirir. Esas ev sahibi akşam eve gelince şoke olurlar. Eşyaların bir kısmını bulduk ve iade ettik. Hırsızı da altı ay kadar sonra yakaladık.